Bugün 24 Kasım 2013, Mustafa Kemal'e Başöğretmen unvanının verilişinin 85. yıl dönümü. 2002 yılı ocak ayında başladım yasal olarak öğretmen olmaya. Bakmayın siz yasal dediğime, sadece vergilerimizi öderken yasal olarak öğretmendik.
Biz Milli Eğitim'in gayrı meşru çocuklarıydık; ataması yapılır, vergisi alınır ama hizmet verilmez. Olurda resmi okullarda çalışmaya başlanırsa önceki çalışılan yıllar çalışmışlıktan sayılmaz, hatta stajyer muamelesi görüp baştan staj yaptırılırdı. MEB'in yasal çocuklarına verilen yeşil pasaportu biz hayalimizde bile göremez, Öğretmen kimliğimizle Ayasofya'ya girmeye çalıştığımızda, "hadi kardeşim sen dershane öğretmenisin bu kimlik olmaz" denirdi. GSM operatörleri bile "öğretmen hattı" kampanyasına bizi dahil etmezdi, çünkü MEB ile yapılan sözleşmede adımız yoktu.
Dedim ya biz gayrı meşru çocuklar olduk her zaman, her gayrı meşru evlat gibi babamız işi düştüğü zaman bizi aradı, öğrencisini çalıştırdık, bedava okuttuk, yeri geldi mesai dışında bedava ders verdik haa çıkar olsun diye de yapmadık bunu, bize emanet edilen hiçbir fidanı sahipsiz bırakamazdık; biz mesleğine aşık, mesleği ile evli insanlardık. Varsın işimiz bitince kimse arayıp sormasın, varsın biz hiçbir yerde MEB'in evlatları olarak görülmeyelim, biz statü için değil, insan geleceği için bu işi yapıyorduk.
Yeri geldi, evimizden, rahatımızdan, çocuğumuzdan taviz verip akşam etütleri yaptık çocuklarımıza, yeri geldi tek tatil günümüzü derhanede ücretsiz etüt yaparak geçirdik, yeri geldi evlerine baskın yaptık neden ders çalışmıyorsun demek için, yeri geldi sınav çıkışı cevapları kaydıran öğrencimize sarılıp beraber ağladık, yeri geldi ders çalışamayan öğrencilere evimizi açtık, sabahlara kadar yazılı çalıştık beraber; hiçbir ideolojiye, hiçbir dine, hiçbir cemaate adam kazandırma uğraşı gütmeden hemde, sırf o çocuklar, o yürekler başarsınlar diye.
Dershaneden çıkamadı asla ruhumuz, bedenimiz çıksa da. Hep öğrencilerimizi düşündük, nasıl daha fazla yardım edebileceğimizi, onları nasıl bir adım daha öteye taşıyabileceğimizi düşündük hep. Hiç bir zaman öğrenciyi "müşteri" olarak görmedik, daima bir "kardeş" bir "evlat" olarak gördük. Hiç bir zaman bana ne çalışmıyorsa kendi hayatı demedik, onu çalıştırmak, hayatında pozitif değişiklik yapmak için yırtındık günlerce.
Biz bunları yaparken daima gayrı meşru çocuklar olduk, daima işi düştüğünde aranan sonra unutulan insan olduk. Biz bunları yaparken hiçbir zaman MEB'in bizi unutmasını, umursamamasını, gayri meşru evlat olarak görmesini düşünmedik. Biz bunları kendimiz gibi olan arkadaşlarımızdan aldığımız güçle yaptık, biz bunları çocuklarımızın geleceğine duyduğumuz umut sayesinde yaptık, biz bunları açık yürekliliğimizle, samimiyetimizle yaptık.
Şimdi birileri diyor ki, kapatacağız; siz bizi hiç açmadınız ki, bizim var olduğumuzu hiç görmediniz ki, şimdi de kapatmanızı umursayalım. Biz elbet bir iş buluruz, rızkı veren Allah'tır. Peki bu çocuklar, kendi günahlarınıza kurban etmek istediğiniz bu nesil, bir dersi anlamadığında nereye başvuracaklar? Zengin özel dersle işini yürütürken orta düzeyli vatandaş çocuğunu nasıl bir adım öne taşıyacak?
Evet bugün 24 Kasım, Kızılay'da meslektaşlarım biber gazı ile kutladı bu günü, istanbul'da aile babası meslektaşım ay sonunu nasıl getireceğini düşünerek kutladı, yazılı okuyan meslektaşım, düşük not verdiğinde müdüründen veya velisinden gelecek tepkiyi düşünerek kutladı bu günü.
Bugün 24 Kasım, herşeye rağmen dünyanın en güzel mesleğine sahip olmakla gurur duyduğumuz bir gün, tüm meslektaşlarımın öğretmenler günü kutlu olsun.
23 Kasım 2013 Cumartesi
21 Kasım 2013 Perşembe
Dershaneler hakkında görmemezlikten geldiğiniz bir iki gerçek.
Son zamanlarda dershanelerle ilgili verilmek istenen siyasi kararlar herkes tarafından biliniyor. Baştakilerin ne düşündüğü ne yaptığı çok da umurumda değil açıkçası; tarih gösteriyor ki Türkiye'de baştaki insan çoğu zaman halkın ne istediği ile çok da ilgilenmiyor, nasıl işine gelirse onu yapıyor. Benim asıl garipsediğim çevremdeki bazı insanların, hatta beraber okuduğum bazı arkadaşlarımın dershane kapatmanın makul ve mantıklı birşey olduğuna gerçekten inanıyor olması.
Bir kaç başlık altında söylenen şeylerin ne kadar mantıksız olduğunu ve dershanenin neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışayım olur da at gözlüğünü çıkarıp gerçekleri görmek isteyen biri çıkar.
* "Halkın cebinden dershanelerin elini çekeceğiz" safsatasına bakalım; verilen beyanatların tamamında dershaneleri özel okula çevirelim, destek verelim deniyor. Belki bilmeyeniniz vardır Türkiye genelinde özel okul fiyatları 10.000 ile 60.000 lira arasında değişiyor. Hadi diyelim ki rekabet falan özel okul fiyatları ucuzladı 6.000 lira oldu, devlet 2.000 tl yardım yapacağım diyor, onu da yaptı. Geriye kaç tl kalıyor; 4.000 tl. Yani diyorlarki siz 2.000 tl dershaneye vereceğinize biz onları okula dönüştürelim okula 4.000 tl verin. Bunu derken de halkın cebini düşündüğümüz için bunu yapıyoruz diyorlar varın siz düşünün gerisini.
* " Siz fen ve anadolu liselerindeki öğrencileri alıyorsunuz ve ona olsa olsa test tekniklerini öğretiyorsunuz. Eğitimini devlet okullarında almış sen ona biraz bir eğitim veriyorsun ve sonra bir okulu kazandığında hemen sırtına tişörtü giydiriyorsun" Bu söz başbakana ait. İşini çok iyi yapan, vicdanlı, öğrencisini evladından ayırt etmeyen okul öğretmeni çok fazla, onları tenzih ederek konuşuyorum. Bi gün gidin bi okula, bulunduğunuz ilin en iyi okuluna gidin, ve o okulun okul 1.sini bulun. Çekin bir kenara ve sorun; "sen bu notlarının ne kadarını okul öğretmeninin öğrettikleri ile alıyorsun" veya şunu sorun "öğretmenlerinden kaçının ders anlatmasından memnunsun, bişey anlıyorsun" çocuğunuz varsa lisede okuldaki öğretmenlerini sorun; kaçı derse vaktinde giriyor, kaçı derste ders işliyor, kaçı sınıfta disiplin sağlayabiliyor, sorun ve cevaplara kendiniz ulaşın.
* "Dershane olmasa da sıralama sınavı bu sıralama değişmez yine herkes istediği yere girer fakat daha az netle girer" kusura bakmayın ama o iş öyle değil. Bulunduğum şehirde gelir düzeyi 5.000TL üzerinde olan aileler çocuklarına zayıf oldukları dersten özel ders aldırıyorlar, diğer öğrenciler ise dershane ve okul imkanları ile bunu kapatıyor. Dershaneyi kapatırsanız özel ders alan bu öğrenciler bariz olarak öne geçecek. Yine çok değil Türkiye genelinde gelir düzeyi 5.000 TL üzerinde 20.000 aile varsa bunun anlamı; önümüzdeki yıllarda hiçbir çoban çocuğu doktor olamayacak, asgari ücretli hiçbir ailenin çocuğu iyi bir mühendisliği kazanamayacak, üst düzey üretim yapmayan hiçbir çiftçi çocuğu eczacı olamayacak.
* Tıp öğrencilerinin tamamına yakını TUS'u kazanmak için TUS dershanelerine gidiyor, onları kapatıp tıp fakültesine, resim, fotoğrafçılık, heykel, gitar, piyano, tiyatro, dans kurslarını güzel sanatlar lisesine, bilgisayar, biçki, dikiş, nakış, yemek yapma, ehliyet kurslarını meslek lisesine, dil kurslarını yabancı dil meslek yüksek okuluna, tekvando, karate, futbol okullarını beden eğitimi meslek yüksek okuluna çevirelim. Elimiz değmişken ülkeyi düzlüğe çıkarırız bu sayede. Bu sayede eğitim seviyemiz birden yükselir. Bu sayede Türkiye ortalaması 40 soruda 7 neti bile bulmayan matematiği birden anlamaya başlar öğrenciler, Türkiye ortalaması 40 soruda 4 neti bile bulmayan fen dersleri hemen anlaşılır. Kapatalım ki tüm dershaneleri kendi dilimiz olan Türkçe'den Türkiye ortalamasının 40 soruda 18 olduğu gerçeği birden değişsin.
Kısacası dershane eğitim sisteminde olan yanlışlığın, eksikliğin, boşluğun bir sonucudur, sebebi değil. Siz sonucu ortadan kaldırarak yanlışı düzeltmeye çalışıyorsunuz. Sisteminizi düzeltin, okullarınıza ve öğretmenlerinize daha fazla ödenek verin, öğretmenin çalışmasını sağlayacak tedbirler alın, çalışan öğretmen ile çalışmayan öğretmeni farklı kategoride tutun farklı ücretler verin, öğrenci merkezli program deyip öğretmeninizi öğrenciye ve veliye ezdirmeyin sorun zaten düzelir. Fazla değil sadece bu sorunlara bile çare bulsanız dershanelerin %70'i zaten öğrenci bulamadığı için kapanır.
2 Kasım 2013 Cumartesi
Biz Türkler ve Çalışma(ma)k
Selam Millet
Blogdaki ikinci yazıma geldi sıra, yani asıl konulara, anlatmak istediğim noktalara başlamanın zamanı geldi.
İlk yazıda bahsetmiştim bir öğretmenim ve dertlerim var, sorunlarım, takıntılarım var burada bunları paylaşacağım, belki okuyan, ibret alan bir iki kişi olur veya yanlışsam yanlışımı düzelten bir iki kişi olur da dünyada "bir kelebeğin kanat çırpışı" kadar dahi olsa bir etki oluşturabiliriz.
Öğretmen olarak öğrencilerimi değerlendirdiğimde küçüğünden büyüğüne en genel sorunumuz çalışmak. Evet ne yazık ki Türk öğrenci kültüründe çalışmak diye bir kelimenin varlığından pek de haberdar değiliz. Hayatımızda çalışmayı bir yük, bir zorluk olarak görüyoruz. İstisnalar tabiki vardır ancak öğrencilerin %95'inin amacı az çalışıp, çok başarı, yüksek not, iyi üniversite, güzel bir kız-erkek arkadaş ve tabiki çok para kazanabilmek. Gelin görün ki iş hiç bilindiği gibi değil.
Önce koltuğunuza oturun ve sizce en başarılı insan kim, bir düşünün, alanı fark etmez, futbol, siyaset, din, sanat, bilim. Kimin yerinde olmak isterdiniz diye de düşünebilirsiniz, kim olmak isterdiniz yani. Küçük yaştan veri tutkuyla bağlı olduğu futboldan deli dehşet paralar kazanan bir José Mourinho olmak ister misiniz örneğin? Kim istemez o parayı kazanmayı değil mi? Peki bu adam haftada kaç antrenmana çıkıyor hiç düşündünüz mü? Günün kaç saatini bir avm'de gezerek harcayabiliyor? Bakın bu kariyeri elde etmek için feda ettiği şeyleri, gençlik yıllarını, futbolcu iken başarısız olup yılmadan çalışıp futbol kariyerine teknik adam olarak devam etme çabasından bahsetmiyorum bile. Peki sizin hayalinizde nasıl bir Mourinho var, çok düşünmeye gerek yok siz öyle her gün çalışan bir Mourinho olmak istemiyorsunuz, siz o parayı almak fakat koltuğunuzda oturmak istiyorsunuz.
Evet aranızda bazılarınızın şunu dediğini duyuyorum; "hocam bize o parayı verin biz de o kadar çalışırız". Bakın çok çalışırsanız o parayı kazanacak bir iş bulacağınızı garanti edemem, ama çalışmazsanız maksimum asgari ücretli bir işte çalışacaksınız bunu garanti edebilirim.
Burada işin ikinci kısmı devreye giriyor; herşey para mı? Tabiki değil, çok şey para ama her şey para değil. Gelecekte yapacağınız mesleği düşündüğümüz zaman para dışında size mutluluk sağlayacak şey manevi tatmindir. Peki şapkanızı önünüze koyup düşünün mesleğinde başarısız biri sahip olduğu meslekten manevi tatmin alabilir mi? Peki başarı için çalışmak şart mı? Çalışmadan başarılı olunmuyor mu yani o kadar mı imkansız; evet o kadar imkansız.
Gözümüzü açıp dünyadaki gerçekleri görelim artık; Newton başına elma düştüğü için bilim adamı olmadı, bilim adamı olduğu için düşen elmadan bir yasa çıkardı. Okuldan atılıp daha sonra bilim adamı, iş adamı, zengin olan insanlar internet kafede pes oynarken, forum çamlıkta alışveriş yaparken o başarıları elde etmediler, çalıştılar, çok çalıştılar.
Zor değil bakın, internet elinizin altında girin istediğiniz başarılı kişinin hayatını araştırın göreceksiniz ki tamamının ortak yanı çok çalışıyor olmaları, daha doğrusu çalışmayı bir sorun olarak görmüyor olmalarıdır. Eğer başarılı olmak, yaptığınız işten maddi manevi tatmin almak istiyorsanız o iş üzerine çalışmak, kendinizi geliştirmek zorundasınız. Eğer öğrenciyseniz öğrenci olma işinizi en mükemmel yapmaya çalışacaksınız, mimarsanız mimarlığınızı, doktorsanız doktorluğunuzu en mükemmel şekilde yapmaya çalışacaksınız.
Çalışıp çalışmadığınız konusunda çok basit bir otokontrol mekanizması var; eğer çevrenizde sevdiğiniz insanlar arasında -1 kişi dahi olsa- çalışmanızdan memnun olmayan biri varsa yeterince çalışmıyorsunuzdur. Bu kişilerin sayısı ne kadar çoksa bu sizin o kadar az çalıştığınız, yetersiz çalıştığınız anlamına gelir. Düşünün bi, size çalış diyen, anneniz, babanız, öğretmeniniz, abiniz, her kimse psikolojik sorunları olan insanlar mı? Yani hayatlarındaki tek eğlence sizi bulup hadi çalış demek mi sizce? Nasıl hayal ediyorsunuz bizi Allah aşkına akşam eve geldiğimizde o gün kızdığımız çalışmasını beğenmediğimiz öğrencilerin listesini çıkarıp onlara bakıp, ohhh be ne de güzel yaptım dediğimizi mi? Arkadaşlar gerçekleri görün artık; sizi seven hiç kimse sırf kendi zevkinden dolayı size çalış demiyor, siz kendi kendinizi kandırdığınız için size çalış diyor. Eğer siz kendi kendinizi kandırmaz, yeterince çalışırsanız, çalışmanın hayatın bir parçası olması gerekliliğini kabullenirseniz göreceksiniz ki çevrenizdeki hiç kimse size çalış demeyecek.
Doğrudur; çalışmak her zaman başarı getirmeyebilir, şansta önemli bir faktördür, ama çalışmamak daima başarısızlığın garantörüdür.
11 Şubat 2013 Pazartesi
Yazma İhtiyacı Hissetmek
Selam Dünyalı
Sizde de olur mu bilmem; zaman zaman yazma ihtiyacı hissedersiniz. Bu, konuşmak, dertleşmek, anlatmak, dinlenmekle ilgili bir şey değildir. Elinize -yazınız güzelse bir kağıt kalem almak- bir klavye alıp, bir word sayfası açıp yazmak. O an konu önemsizdir önemli olan yazma isteğini gidermektir.
İşte böyle anlar bana sıkça olur, bu blog sayfası böyle bir isteğin sonucu açılmıştır. Umarım zaman içinde yazdıklarımla sizi sıkmam. Blogumun adını uzunca düşündüm. Aslında sanal sosyal hayatta kendimi hep anlamaya çalışan kişi olarak tanımlamışımdır. Böyle bir blog ismi düşünmüş olsamda bu blogun mantığına tamamen ters bir düşünce olurdu. Çünkü yazı bir şeyler anlamak için değil daha çok bir şeyler anlatmak için yazılır.
Bilen tanıyan vardır bir öğretmenim ve iç dünyamda öğrettiğim konuları çok iyi anlayan öğrenci değildir benim için değerli olan. Yani o da değerlidir tabiki ama ondan daha değerlisi; bulunduğu toplumun ve dünyanın yanlışlarını herhangi bir siyasi görüşe bağlı kalmaksızın algılayan, bu yanlışlara elinden geldiğince göz yummayan, ufku, hayal dünyası, bakış açısı geniş öğrencidir.
Guliver'in Gezileri'ni okumuşsunuzdur, okumadıysanızda nasıl bir kitap olduğu hakkındaki bilgiyi; wiki'den öğrenebilirsiniz. Yani amacım Türkiye birincisinin değil bir Guliver'in öğretmeni olmak olduğu için bu isim hoş geldi.
Sanırım ilk yazı için bu kadar gevezelik yeter, daha uzun, çoook uzun yazılar gelecek.
Sizde de olur mu bilmem; zaman zaman yazma ihtiyacı hissedersiniz. Bu, konuşmak, dertleşmek, anlatmak, dinlenmekle ilgili bir şey değildir. Elinize -yazınız güzelse bir kağıt kalem almak- bir klavye alıp, bir word sayfası açıp yazmak. O an konu önemsizdir önemli olan yazma isteğini gidermektir.
İşte böyle anlar bana sıkça olur, bu blog sayfası böyle bir isteğin sonucu açılmıştır. Umarım zaman içinde yazdıklarımla sizi sıkmam. Blogumun adını uzunca düşündüm. Aslında sanal sosyal hayatta kendimi hep anlamaya çalışan kişi olarak tanımlamışımdır. Böyle bir blog ismi düşünmüş olsamda bu blogun mantığına tamamen ters bir düşünce olurdu. Çünkü yazı bir şeyler anlamak için değil daha çok bir şeyler anlatmak için yazılır.
Bilen tanıyan vardır bir öğretmenim ve iç dünyamda öğrettiğim konuları çok iyi anlayan öğrenci değildir benim için değerli olan. Yani o da değerlidir tabiki ama ondan daha değerlisi; bulunduğu toplumun ve dünyanın yanlışlarını herhangi bir siyasi görüşe bağlı kalmaksızın algılayan, bu yanlışlara elinden geldiğince göz yummayan, ufku, hayal dünyası, bakış açısı geniş öğrencidir.
Guliver'in Gezileri'ni okumuşsunuzdur, okumadıysanızda nasıl bir kitap olduğu hakkındaki bilgiyi; wiki'den öğrenebilirsiniz. Yani amacım Türkiye birincisinin değil bir Guliver'in öğretmeni olmak olduğu için bu isim hoş geldi.
Sanırım ilk yazı için bu kadar gevezelik yeter, daha uzun, çoook uzun yazılar gelecek.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)