23 Kasım 2013 Cumartesi

24 Kasım 2013...

Bugün 24 Kasım 2013, Mustafa Kemal'e Başöğretmen unvanının verilişinin 85. yıl dönümü. 2002 yılı ocak ayında başladım yasal olarak öğretmen olmaya. Bakmayın siz yasal dediğime, sadece vergilerimizi öderken yasal olarak öğretmendik.

Biz Milli Eğitim'in gayrı meşru çocuklarıydık; ataması yapılır, vergisi alınır ama hizmet verilmez. Olurda resmi okullarda çalışmaya başlanırsa önceki çalışılan yıllar çalışmışlıktan sayılmaz, hatta stajyer muamelesi görüp baştan staj yaptırılırdı. MEB'in yasal çocuklarına verilen yeşil pasaportu biz hayalimizde bile göremez, Öğretmen kimliğimizle Ayasofya'ya girmeye çalıştığımızda, "hadi kardeşim sen dershane öğretmenisin bu kimlik olmaz" denirdi. GSM operatörleri bile "öğretmen hattı" kampanyasına bizi dahil etmezdi, çünkü MEB ile yapılan sözleşmede adımız yoktu.

Dedim ya biz gayrı meşru çocuklar olduk her zaman, her gayrı meşru evlat gibi babamız işi düştüğü zaman bizi aradı, öğrencisini çalıştırdık, bedava okuttuk, yeri geldi mesai dışında bedava ders verdik haa çıkar olsun diye de yapmadık bunu, bize emanet edilen hiçbir fidanı sahipsiz bırakamazdık; biz mesleğine aşık, mesleği ile evli insanlardık. Varsın işimiz bitince kimse arayıp sormasın, varsın biz hiçbir yerde MEB'in evlatları olarak görülmeyelim, biz statü için değil, insan geleceği için bu işi yapıyorduk.

Yeri geldi, evimizden, rahatımızdan, çocuğumuzdan taviz verip akşam etütleri yaptık çocuklarımıza, yeri geldi tek tatil günümüzü derhanede ücretsiz etüt yaparak geçirdik, yeri geldi evlerine baskın yaptık neden ders çalışmıyorsun demek için, yeri geldi sınav çıkışı cevapları kaydıran öğrencimize sarılıp beraber ağladık, yeri geldi ders çalışamayan öğrencilere evimizi açtık, sabahlara kadar yazılı çalıştık beraber; hiçbir ideolojiye, hiçbir dine, hiçbir cemaate adam kazandırma uğraşı gütmeden hemde, sırf o çocuklar, o yürekler başarsınlar diye.

Dershaneden çıkamadı asla ruhumuz, bedenimiz çıksa da. Hep öğrencilerimizi düşündük, nasıl daha fazla yardım edebileceğimizi, onları nasıl bir adım daha öteye taşıyabileceğimizi düşündük hep. Hiç bir zaman öğrenciyi "müşteri" olarak görmedik, daima bir "kardeş" bir "evlat" olarak gördük. Hiç bir zaman bana ne çalışmıyorsa kendi hayatı demedik, onu çalıştırmak, hayatında pozitif değişiklik yapmak için yırtındık günlerce.

Biz bunları yaparken daima gayrı meşru çocuklar olduk, daima işi düştüğünde aranan sonra unutulan insan olduk. Biz bunları yaparken hiçbir zaman MEB'in bizi unutmasını, umursamamasını, gayri meşru evlat olarak görmesini düşünmedik. Biz bunları kendimiz gibi olan arkadaşlarımızdan aldığımız güçle yaptık, biz bunları çocuklarımızın geleceğine duyduğumuz umut sayesinde yaptık, biz bunları açık yürekliliğimizle, samimiyetimizle yaptık.

Şimdi birileri diyor ki, kapatacağız; siz bizi hiç açmadınız ki, bizim var olduğumuzu hiç görmediniz ki, şimdi de kapatmanızı umursayalım. Biz elbet bir iş buluruz, rızkı veren Allah'tır. Peki bu çocuklar, kendi günahlarınıza kurban etmek istediğiniz bu nesil, bir dersi anlamadığında nereye başvuracaklar? Zengin özel dersle işini yürütürken orta düzeyli vatandaş çocuğunu nasıl bir adım öne taşıyacak?

Evet bugün 24 Kasım, Kızılay'da meslektaşlarım biber gazı ile kutladı bu günü, istanbul'da aile babası meslektaşım ay sonunu nasıl getireceğini düşünerek kutladı, yazılı okuyan meslektaşım, düşük not verdiğinde müdüründen veya velisinden gelecek tepkiyi düşünerek kutladı bu günü.

Bugün 24 Kasım, herşeye rağmen dünyanın en güzel mesleğine sahip olmakla gurur duyduğumuz bir gün, tüm meslektaşlarımın öğretmenler günü kutlu olsun.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder