11 Mart 2016 Cuma

Geç Kalmış Bir Doğum Günü Teşekkürü :)

2015 - 2016 Eğitim öğretim yılı öğretmenliğimin 15. dershane dışı bir kurumda yaptığım öğretmenliğin 1. yılı :) Ruhum genç olduğuma yönelik psikolojik baskılarını sürdürüyor olsa da öğretmenlik mesleğimden daha küçük öğrencilerimin olması bu fikri biraz çürütüyor :)

Tabii ki 15 yılda değişen çok şey oldu, değişmeyen şeyler de; değişmeyen en önemli şey öğrencilerime ve mesleğe olan sevgim. 2001'de Fırat Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümünü bitirdiğimde hayat şimdiki gibi zor değildi ve önümde alternatif çoktu; yüksek lisansa başlamıştım, devam edebilirdim, MEB'e bağlı okullara atanabilirdim yeterli puanım vardı, dershanede çalışabilirdim. Okuduğum sınıftan her üçünü de yapan, hatta bunun dışında meslekler de yapan pek çok arkadaşım var. Ben dershane öğretmenliğini seçtim ve bunun en önemli sebebi manevi tatminini çok hızlı alabilmenizdi. Karşınıza çıkan öğrencilerin çok büyük bir bölümüne öğrettiğiniz ve öğütlediğiniz şeylerin dönütünü en geç 1 yıl içinde alıyordunuz. Staj yaptığım ilk yıldan bu yıla kadar geçen yıllarda verdiğim karardan hiç pişman olmadım. Öncelikle bu kararımdan pişman olmamamı sağlayan, meslek hayatımda beni etkilemiş, öğrenci, öğretmen, dost, akraba ismi aklıma gelen gelmeyen herkese çok çok teşekkür ederim. Sizlerin bana kattığı ufak tefek değerlerin bütünü sayesinde ben mutlu bir meslek hayatı geçirdim ve halen geçiriyorum.

Bu yazıyı her yıl bir iki kez yazmayı planlarım, taslak halinde yazdığım 3-5 versiyonu vardır belge arşivimde ama bir türlü tamamlayamam, bu yıl artık tamamlayıp, beni varlıkları ile sevgileri ile mutlu eden, bana kıymet veren sizlere teşekkür etmek istedim. Umarım unuttuğum isimler olmaz ama şimdiden şunu söylemeliyim ki; beni gördüğünde yüzünde kocaman gülümsemeler oluşan pek çok öğrencim var. İşte o sıcak samimi gülümsemesini yıllar geçse de kaybetmeyen siz değerli insanlar hepiniz benim için çok önemlisiniz, o gülümseme bir anlık bile olsa o gülümsemenin sıcaklığı benim mesleğimi daha çok sevmemi sağlıyor, her bir gülümsemeniz ile verdiğiniz o küçük mutluluklar büyüyüp yaşam enerjisi olarak bana, benden de yeni öğrencilerime geçiyor; gülümsemenizi kaybetmeyin :)

Önemli insanların başında tabiki her kahrımı çeken, öğrencilerimin masumca yaptıkları tüm patavatsızlıkları takıntısız olarak karşılayan, her yaştan öğrenciye kendi seviyesinde hitap etmesini bilen, onlara yeri geldiğinde bir rehberlikçi, yer geldiğinde bir abla, yeri geldiğinde bir anne olan, bazen annelik işini abartıp benim yanımda öğrencilerimin de karnını doyuran her şeyden önemlisi bana katlanabilen sevgili Eşim Halime var. Her zaman enerjimin temel kaynağı oldun, eşi çok çalışan her kadın gibi genelde ihmal edildin biliyorum :( Seninle geçirdiğim her gün mükemmeldi, ben duygularımı sözle çok fazla ifade edemem bu nedenle sana hak ettiğin teşekkürü asla edemedim. Bana yaptığın her süpriz, hazırladığın her doğum günü en mutlu günlerim oldu daima, sen inanmasanda yaptığın yemekler senin güzel sohbetin sayesinde yediğim en güzel yemeklerdi huzurumun ve enerjimin kaynağı hep sendin, hayatımın en büyük parçasısın, bu yeterli değil biliyorum ama yaptığın her şey için çok çok çok teşekkür ederim,  seni çok, çok seviyorum :)

Denizli'nin bana kazandırdığı çok önemli bir insan da sevgili dostum Yusuf Kıvrak. ve  tabiki Dilek Kıvrak. Vakitsiz dostlarımdan biri, günün her saati evine rahatlıkla girebileceğim, evime rahatlıkla alabileceğim, her açıdan güvenebileceğim nadir insanlardan. Denizli'nin bana kazandırdığı en önemli değerler arasında. İyiki tanıdım sizi iyiki hayatımdasınız. Benim için önemlisiniz, biriktirdiğim "iyi dostlar" arasındasınız, her şey için çok teşekkür ederim.



Dolaylı yolla tanışıp fotoğraf zevkimiz sayesinde çarçabuk kaynaştığımız, pek çok zorluğu beraber paylaştığımız, gecemiz gündüzümüz olmayan, günün her saatinde hadi abi gidelim dediğimde nereye diye sormadan gelen canım dostum Ali Hocam. Tabiki biriktirdiğim "iyi dostlar" kümesinin en önemli elemanı. Seni sevdiğimi biliyorsun abi yani bunu sana hissettirdiğimi sanıyorum ama hiç söylemedim; bir erkeğe sevdiğini söylemek zor oluyor malum toplum baskısı :) Benim için, bizim için çok önemlisin, hayatımda olduğun için çok teşekkür ederim.



Son yıllarımın zorunlu birlikteliği, tatlı bela mı desem, nasıl hitap etsem bilemiyorum, tabiki bende çok büyük yeri olan sevgili öğrencim, manevi evladım Halo. Bizim oraları bilirsin, bir babanın belli bir yaştan sonra oğluna sarılması zordur, duygularını içine atar, çok kez dilimin ucuna kadar geldi ama olmadı çıkmadı, benim için önemlisin, seni seviyorum, aramızda bir kan bağı yok ama en az onun kadar güçlü bağlarla bağlıyız birbirimize, çok sağol hayatıma değer kattığın için ve sayamayacağım kadar yaptığın iyilikler için çok çok teşekkür ederim.




Samimiyeti, sıcaklığı, güleryüzlülüğü ile öğrencilikte dostluğa terfi eden önemli enerji kaynaklarımdan biri de tabiki Mehmet Ertuğrul Gökce ve eşi Elif Gökce. Sizi sevdiğimi sürekli söylüyorum bunu biliyorsunuz, benim için önemlisiniz, biriktirdiğim "iyi dostlar" arasındasınız.



Hani bazı dostlarınız vardır samimiyeti hiç kaybetmezsiniz. Yıllarca konuşmasanız bile karşılaştığınızda, telefonlaştığınızda hiç ayrılmamış gibi aynı samimiyet aynı güvenle bir anda konuşmaya devam edersiniz. İşte Semra benim Denizli'ye geldiğim ilk yıllarda kazandığım böyle bir dost. Bazen yılda 1 kez mesajlaşırız bazen2-3 yıl görüşmediğimiz olur ama 2-3 yıl sonra bile olsa atılan bir mesajda ikimizde ilk zamanki samimiyetimizin devam ettiğini hissederiz. Benim için hep önemli oldun biliyorsun, doğum günü mesajını o gün çok büyük mutlulukla okudum, böyle bir yazı yazmayı tasarladığım için cevap yazmadım. İlk kazandığın zaman da söylemiştim bunu sana bir şey değişmedi halen söylüyorum; arayamasam da mesaj yazamasam da şunu bil ki bendeki yerin ve önemin çok büyük, enerji kaynaklarımdan biri de sensin, gülümsemeni kaybetme :)


Eski öğrencim, sonra iş arkadaşım sonra velim olmuş sevgili Fatih ve güzeller güzeli kardeşi Çiğdem. Benim için önemlisiniz, Özellikle Çiğdem'cim doğum günü notlarını okuduğumda gözlerim doldu ;( Burada hepsini ifşa etmek istiyorum çünkü çok çok beğendim çok duygulandım iyi ki varsınız, sizi seviyorum :)












Akıl sağlıkları pek iyi olmayan ama onları bu halleri ile sevdiğim canlarım; Emel ve Hatice Kübra, gülen yüzünüz, neşeniz hiç bitmesin, sizi seviyorum, benim için çok kıymetlisiniz.

Az şey paylaşıyor olsak da vefası ile hep andığım, herkese örnek gösterdiğim sevgili öğrencim Merve Aksöz. Sadece bir yıl dersine girmiş olmama rağmen her yıl bir kez mutlaka aramıştır. Öyle bir kişi düşünün ki öğretmenler gününde italyada olmasına rağmen taa 4 yıl önce dersine girmiş öğretmenini sırf öğretmenler günü arasın ve gününü kutlasın. Merve'cim benim için kıymetlisin :)

Her önemli günde en ilk arayan Sıla'cım seni tabiki unutmadım :) Benim için kıymetlisin:)

BB, Cennet Seçil, Cemile Hale kıymetlisiniz. :)



Yine dersine sadece bir yıl girmiş olsam da her fırsatta arayan soran sevgili öğrencim Feride Marım, gülüşün pozitif oluşun bana da daima enerji vermiştir, benim için önemlisin, gülüşünü asla kaybetme :)

Kolum kırıldığında gülüşleri ile bana destek veren; Kıvrak, Tuğçe, Nilay, Zehra, Pelin, Gamze, sizleri seviyorum :)

Enes, Melisa, Elisa, Keş ve Panda tabiki sizleri seviyorum, gülümsemenizi asla kaybetmeyin bana enerji veriyor :)








Her fırsatta aramıyor olsalar da samimiyetlerini hiç kaybetmeyen kızlarım; Elif Koltuksu, Damla Tuksal, Damlanur Öz, Ayşen Çakır. Tamam Ayşen kızma sen arıyorsun aramayanlar kendini biliyor :) Sizi seviyorum, benim için kıymetlisiniz, gülüşünüzü kaybetmeyin.

Son yıllarımın favori erkek grubu; Rafet, Işık, Orhan, Ali seviyorum sizi, benim için önemlisiniz.



Favori kız gruplarım; Dilan, Yaren, İrem üçlüsü, İzmir'in güzelleri yaşam enerjiniz hiç bitmesin, sizi seviyorum biliyorsunuz, hep böyle neşeli kalın.







İzmir'in vazgeçilmezleri arasında tabiki Mert Sarılar var, gülüşünü sakın kaybetme :)

Samimiyetlerini hiç kaybetmeyen, bana verdikleri değeri hep hissettiren Merve Ziyan, Berna Doğan, MürüVVet, Ebru dörtlüsü aranızda bana sözü olanlar var unuttum sanmayın :) Gülüşünüz hiç eksik olmasın, arkanızdan dedikodunuzu çok yapıyor öğrencilerime sizi çok anlatıyorum haberiniz olsun :)

Emine Altınöz, eskişehirde görüşemedik ama elbet bir gün bir yerde görüşcez, hep pozitif kal :)

Nihal Savurmuş az görüşüyor olsak da görüştüğümüzde gülüşün enerji veriyor gülüşünü kaybetme :)

Kaan Berki, Kemal Toprak, Murat, tanıdığım en pozitif insanlardan 3 kişi. Hep pozitif olun hep mutlu olun, benim için önemlisiniz.

Pek çok ortak yanlarımız olması dolayısıyla sosyal medyada çokça muhabbet döndürdüğümüz Ayşen, Buse Buğu benim için önemlisiniz. Zayıf oldukları eee yani bizimle ortak yanları çok olmadıkları için muhabbetlere çok katılamasalar da Elif Nur ve Ekin' de çok çok sevdiğim öğrencilerimden.

Ezgi tabiki seni unutmadım, çalışkanlığın ile örnek gösterdiğim çok dedikodusunu yaptığım öğrencilerimdensin  :)

Topuz Ailesi; Fatma, Özlem, Cihan, Tuğba Topuz, özellikle Fatma tabiki, sizleri seviyorum :)

Yurttürk Ailesi; Melike ve Yunus, benim için değerlisiniz, sizi seviyorum :)

Tabiki Halim Gökhan Mert, kocaman bir yüreğin var, çok iyi işler yapıyorsun, seninle gurur duyuyorum :) seni sevdiğimi biliyorsun zaten :)

Bekar evimin vazgeçilmezleri; Fatih, Şerafettin, Uğur sizleri unutamayacağımı biliyorsunuz.

Okulumun ilk yılının 12. sınıf öğrencileri hepinizi çok seviyorum, her sınıfa girerken çok büyük mutlulukla giriyorum, hep soruyorsunuz ya hocam sabah sabah bu enerji nereden geliyo, sizlerin pozitifliğinizden ve size olan sevgimden, hepiniz benim için çok ama çok kıymetlisiniz :)







Yazımın başında da dediğim gibi unuttuğum pek çok isim vardır ama şunu bilin ki, içten her gülümsemeniz benim için değerli, ifade edemesem de o gülümseme bana çok şey katıyor, hepinize çok teşekkür ederim.


Şebnem Ferah'tan bir alıntı ile bu yazıyı bitirmek istiyorum;
"iyi dostlar biriktirdim, hepsi ailem oldu"
Hepiniz
İYİ Kİ VARSINIZ.






11 Mart 2014 Salı

Denizli'den Berkin Elvan Protestolarına Bakış

Fikriniz, siyasi görüşünüz, yetiştiğiniz çevre nasıldır bilmiyorum ama bu yazıyı okursanız olayları biraz daha net göreceğinize eminim. Denizli'de yaşayan pek çok kişiye farklı gelmeyecektir yazdıklarım ama Denizli dışındakiler için olayın biraz daha net olarak görülmesini sağlayacaktır.

Öncelikle Denizli ve Denizli halkından biraz bahsedelim. Aslında çok fazla cümle sarf etmeye gerek yok; Denizli stadında 2000 yılından beri tel örgü yok demem işi özetliyor. Yani 14 yıldır bu şehirde oynanan maçlar tel örgüsüz oynanıyor, bu 14 yılda yurt dışı maçları oldu, Denizli'nin 1.ligden düşmesi gerçekleşti, hakkının yendiği, penaltısının verilmediği maçlar oldu ancak ne sahaya bir şey atıldı ne de sahaya biri indi.

Denizli'de bulunduğum 13 yıl boyunca hiçbir olayda, hiçbir protestoda, hiçbir eylemde, hiçbir maçta polis şiddet kullanmak zorunda kalmadı, Denizli Halkı buna izin vermedi. Yani Denizli anlayışlı, hoşgörülü, birbirinin yaşama hürriyetine saygılı insanların çoğunlukta olduğu bir şehir. Denizli insanlarının çoğu ne kadar kızarsa kızsın karşıdakinin yaşama hakkına el uzatmıyor.

En son tüm Türkiye'de gerçekleşen Gezi Protestolarında binlerce insan sokaktaydı, eylem yapıldı, yüründü, bir kişi ufak bir taşkınlık yaptı ama hemen halk ve polisin hoşgörülü tavrıyla olay yatıştı, akşam saatlerinden gece yarısına kadar süren eylemde ne halk, ne dükkanlar zarar görmedi. Ne su kullanıldı, ne toma, ne panzer, ne çevik kuvvet. Haftalarca Denizli'nin merkezinde eylemler devam etti, en merkezi yerde gece sabaha kadar eylemler yapıldı ama bu eylemlerde ne bir kamu malı zarar gördü ne de bir insan.

Bugün aynı Denizli halkı, ama çok daha küçük bir grup yani, kamera kayıtlarına bakarak 5 dakkada sayabileceğiniz kadar az bir grup Berkin Elvan'ın vefatını protesto için aynı meydanda toplandı. Aynı halk, aynı polis toplandı ama bugün hoşgörü yoktu, polis acımasızca tazyikli su ve biber gazı kullandı. Ben çalıştığım Dershanede soru çözümünde idim ve dershane ana caddeye 120 metre uzaklıkta. Havada hafif bir yağmur var ve nasıl, ne ölçüde biber gazı sıkıldıysa Dershanede bizim gözlerimiz yandı, kapıları pencereleri kapatmak zorunda kaldık. Toma'lar yine yakın mesafeden gençlere su sıktı, gençlerin ayakları yerden kesildi, umarım ciddi bir yaralanma olmamıştır.

Peki halk aynı halk polis aynı polis olaylar ve sonuçlar neden bu kadar farklı, cevabı tüm Denizli biliyor; Emniyet Müdürü. Gezi olaylarında dönemin emiyet müdürü Zeki Bulut kesinlikle hiçbir müdahale olmamasına yönelik talimat vermişti ve ne müdahale ne de olay oldu. Ancak daha önce başbakan'ın koruma müdürü olan Sayın Bulut çok çalışkan ve dürüst biri olmalı ki önce koruma müdürlüğünden Denizli Emniyet Müdürlüğüne alındı, sonra da tüm Denizli'nin sevmesine rağmen buradan merkeze alındı. Malum burası Türkiye çalışanı pek sevmezler.

Hani olaylardan protestocuları sorumlu tutan, polise küfrettiler, dükkanlara saldırdılar felan diyenler var ya onlara sesleniyorum, sizin oralarda işler nasıl bilmem ama Denizli'de hiçbir sebep yokken polis şiddet kullandı ve bunun tek sorumlusu Emniyet Müdürü'dür. Olayı idare edememiş, gereksiz şiddet kullanmış, onlarca kişinin canını gereksiz yere yakmıştır. Sırf birilerine iyi görünebilmek için hem polisini, hem halkını ezmiştir. Görevi halkı korumakken elindeki gücü halka karşı kullanmıştır.

Emniyet müdürünün kraldan çok kralcı olması bugün Denizli halkına ve şehrin hoşgörülü yapısına yakışmayan olayların gerçekleşmesine sebep olmuştur, haftalarca süren gezi protestosunda bir çöp dahi ortada bırakmayan protestocular bugün çöp kutularını ve kaldırımları sökmüş, dükkanlara zarar vermiş, durakların camlarını kırmışlardır. Sadece; "halka karışmayın, peşinden yürüyün veya yürüyüş alanlarında tedbir alın" talimatıyla olaysız geçebilecek bir gece sırf Emniyet Müdürü'nün birilerine yaranmak ve egolarını tatmin etmek istemesi nedeniyle olaylı bir geceye dönüşmüştür.

Yalnız burada polise yüklenen, küfreden, katil diyenlerede karşıyım orada durun, yavaş! O polis sizin canınızı savunuyor, size yarın bir saldırı olsa ve bir protestoda siz o polise taş atmış olsanız dahi o polis hayatı pahasına sizi koruyacak olan kişidir. O polis gezi protestolarında önüne bira şişesi atan taşkınlık yapan gence ses çıkarmayan kişidir, suçlu o değil, emri verendir. Tabiki polislerin içinde kötü insanlar vardır, protestocuların içinde de kötü insanlar vardır her yerde kötü insanlar vardır yani 3-5 kötü insanın yaptığını koca bir camiaya mâl edemezsiniz!

Hiç kimse Ali İsmail Korkmaz'ı döven polisleri haklı gösteremez. İster eylemci olsun, değil ama isterse terör örgütü yanlısı olsun bir "insan" o kadar dövülmez, bunun haklı bir yanı yok. Hiç kimse 15 yaşındaki bir çocuğun ölümünüde haklı gösteremez, sebebi ne olursa olsun, o çocuk ekmek almaya değil polise taş atmaya çıkmış bile olsa bu onun öldürülmesini masum kılmaz! Ama bunu yapan 3-5 kişiye bakıp bir camiayı töhmet altında bırakamazsınız. Bunu yapan "insan" bile diyemeyeceğimiz kişilere bakıp gecesini gündüzüne katan, hayatı elinde gezen, bu ülke için can veren, 3 kuruş para için gece gündüz demeden hizmet eden, en ufak bir olayda izni ve tatili iptal edilen, oradan oraya tayin edilen, sürülen, memleketine gidemeyen binlerce insana kötü davranamaz, onları yaftalayamazsınız.

Beğenin veya beğenmeyin, sorun halk'ta değil, halkı düşmanlığa sevk eden kötü yönetimde, bu bazen bir emniyet müdürü olur, bazen bir belediye başkanı bazense başbakan. Bize düşen ilk iş bu kötü yönetime kanıpta kutuplaşmamak, hoşgörüyü kaybetmemektir. Sırf fikri yüzünden bi insanın ölümüne "iyi ki" diyebiliyorsak oturup "insan"lığımızı bir daha gözden geçirmeliyiz; orada ölen sizin kardeşiniz de olabilirdi! Sırf başka geçim kaynağı olmadığı için, müdürünün emri ile insanlara şiddet kullanan birine "katil" diyebiliyorsak yine oturup "insan"lığımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. Orada çalışan, izin gününde çocuğunu parkta gezdirirken izni iptal edilip çağrılan sizde olabilirdiniz!

Bu şehir, bu ülke böyle değildi, insanları aynı insanlardı, polisi aynı polisti ama hoşgörülüydük, saygılıydık, birbirimize yaftalar, ünvanlar bulmazdık, "yaradılanı, yaradandan ötürü" sever, "ne olursa olsun"gelsin derdik. Ne oldu da birden unuttuk Yunus'ları, Mevlana'ları. Oturup önce kendimizi değiştirelim, önce kendimiz hoşgörülü olmayı öğrenelim, biz hoşgörümüzü kaybetmezsek, bize kimse bişey yapamaz.

23 Şubat 2014 Pazar

Sınava 1 Ay Kala

YGS sınavına bir aydan daha az bir süre kaldı, tabiki tüm öğrencilerde stres tavan yapmış durumda. Sınıflarımda da söyledim; öncelikle unutmayın ki stres olmanız, heyecanlanmanız, bazı sınavlarda netlerinizin düşmesi, gece rüyanızda sıfır çekmeniz gayet normal. Bunlar başınıza geliyorsa bu sizin insan olduğunuzu gösteriyor hiç endişelenmeyin :)

Bununla beraber son 1 ay YGS tarzı bir sınav için çok önemlidir, bilgi olarak belki çok bir şey katamaz size ama kalan 1 ayki çalışmanız YGS netlerinize çok etki edecektir. Yoruldunuz, sıkıldınız, havalar ısınmaya başladı ve bu havalarda ders çalışmak çok zor, bunların hepsini biliyorum ama ne yazıkki değil 1 ay 1 haftalık tembellik bile çok şey kaybettirebilir size.

Büyük bir maça çıkacak takımı düşünün son ayını, son haftasını nasıl geçiriyor; daha fazla daha yorucu ve daha sıkı antrenmanlar yaparak. Sizin de yapmanız gereken şey bu, bu ayı şimdiye kadar çalıştığınız zamanlara göre daha yoğun çalışarak geçirmeniz gerekiyor. Eğer çok eksiğiniz yoksa her gün her dersten 2 veya 3'er test çözmeye çalışın, bunlara ek olarak her gün 1 tam deneme veya 1 Türkçe, 1 sosyal, 1 matematik, 1 fen denemesi yapın.

Bu ay ne kadar yoğun çalışırsanız hem düşünmeye o kadar az vaktiniz kalacak ve bu nedenle daha az stres yapacaksınız hem de netleriniz o ölçüde artacak. Bakın çalışmayan, çalışmayı düşünmeyenler için söylüyorum sınavdan çıkınca sizden daha az zeki sandığınız kişilerin sizden daha yüksek aldığını göreceksiniz çünkü onlar çalıştılar!

O zaman şundan eminiz kalan şu günlerde hemen hemen son 1-2 güne kadar daha yüksek tempo ile çalışıyoruz, bu bize hem bilgi olarak hem konsantrasyon olarak hazır olmamızı sağlıyor. Bunun dışında unutmuyoruz eğer YGS'den alan FTR gibi, hemşirelik gibi bölümleri terich etmeyeceksek YGS puanı bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. Evet doğru duydunuz YGS puanının hiçbir önemi yok, YGS puanının %40'ı felan alınıp LYS'ye EKLENMİYOR! YGS'de yaptığınız netler alınıp, bunlara LYS netleride eklenip, bir de bunların üzerine orta öğretim puanınız eklenip bir yerleştirme puanı oluşturuluyor.

Örnek verecek olursam eğer MF1'den tercih yapacaksanız puanınız yaklaşık olarak şöyle hesaplanıyor;

YGS Türkçe netiniz x 1,122
YGS Matematik netiniz x 1,632
YGS Sosyal netiniz x 0,51
YGS Fen netiniz x 0,816
LYS Mat netiniz x 2,653
LYS Geo netiniz x 1,326
LYS Fizik netiniz x 1,02
LYS Kimya netiniz x 0,612
LYS Biyoloji netiniz x 0,51

Bunların tamamı taplanıp üzerine yaklaşık 100 puan taban puan eklenip bir de orta öğretim puanı eklenip yerleştirme puanınız oluşturuluyor. Tabiki katsayılar ve taban puan her yıl değişiyor.

Peki ne demek bu, şu demek, YGS puanı sadece şu anda nerede olduğunu gösteriyor, yani pit stop yaptık ve sonuç değerlendiriyoruz, daha yarışın bitmesine çok var. YGS'den sonra asıl LYS netleriniz sizin puanınızı belirleyecek. Bu nedenle YGS'ye iyi çalışıyoruz, girip sakince güzel şeyler yapıp çıkıyoruz ama puan açıklandığında çok umursamıyor LYS çalışmaya tam gaz devam ediyoruz.

Uykunuz gelmediği zaman uykunuzun gelmesi için bile çabalıyorsunuz değil mi, süt içiyor veya düşüncelerinizi arıtmaya sakinleşmeye çalışıyorsunuz; uyumak için bile çalışmanız gerekiyor yani, sınavı çalışmadan kazanabilmeyi nasıl umuyorsunuz ki :)

23 Kasım 2013 Cumartesi

24 Kasım 2013...

Bugün 24 Kasım 2013, Mustafa Kemal'e Başöğretmen unvanının verilişinin 85. yıl dönümü. 2002 yılı ocak ayında başladım yasal olarak öğretmen olmaya. Bakmayın siz yasal dediğime, sadece vergilerimizi öderken yasal olarak öğretmendik.

Biz Milli Eğitim'in gayrı meşru çocuklarıydık; ataması yapılır, vergisi alınır ama hizmet verilmez. Olurda resmi okullarda çalışmaya başlanırsa önceki çalışılan yıllar çalışmışlıktan sayılmaz, hatta stajyer muamelesi görüp baştan staj yaptırılırdı. MEB'in yasal çocuklarına verilen yeşil pasaportu biz hayalimizde bile göremez, Öğretmen kimliğimizle Ayasofya'ya girmeye çalıştığımızda, "hadi kardeşim sen dershane öğretmenisin bu kimlik olmaz" denirdi. GSM operatörleri bile "öğretmen hattı" kampanyasına bizi dahil etmezdi, çünkü MEB ile yapılan sözleşmede adımız yoktu.

Dedim ya biz gayrı meşru çocuklar olduk her zaman, her gayrı meşru evlat gibi babamız işi düştüğü zaman bizi aradı, öğrencisini çalıştırdık, bedava okuttuk, yeri geldi mesai dışında bedava ders verdik haa çıkar olsun diye de yapmadık bunu, bize emanet edilen hiçbir fidanı sahipsiz bırakamazdık; biz mesleğine aşık, mesleği ile evli insanlardık. Varsın işimiz bitince kimse arayıp sormasın, varsın biz hiçbir yerde MEB'in evlatları olarak görülmeyelim, biz statü için değil, insan geleceği için bu işi yapıyorduk.

Yeri geldi, evimizden, rahatımızdan, çocuğumuzdan taviz verip akşam etütleri yaptık çocuklarımıza, yeri geldi tek tatil günümüzü derhanede ücretsiz etüt yaparak geçirdik, yeri geldi evlerine baskın yaptık neden ders çalışmıyorsun demek için, yeri geldi sınav çıkışı cevapları kaydıran öğrencimize sarılıp beraber ağladık, yeri geldi ders çalışamayan öğrencilere evimizi açtık, sabahlara kadar yazılı çalıştık beraber; hiçbir ideolojiye, hiçbir dine, hiçbir cemaate adam kazandırma uğraşı gütmeden hemde, sırf o çocuklar, o yürekler başarsınlar diye.

Dershaneden çıkamadı asla ruhumuz, bedenimiz çıksa da. Hep öğrencilerimizi düşündük, nasıl daha fazla yardım edebileceğimizi, onları nasıl bir adım daha öteye taşıyabileceğimizi düşündük hep. Hiç bir zaman öğrenciyi "müşteri" olarak görmedik, daima bir "kardeş" bir "evlat" olarak gördük. Hiç bir zaman bana ne çalışmıyorsa kendi hayatı demedik, onu çalıştırmak, hayatında pozitif değişiklik yapmak için yırtındık günlerce.

Biz bunları yaparken daima gayrı meşru çocuklar olduk, daima işi düştüğünde aranan sonra unutulan insan olduk. Biz bunları yaparken hiçbir zaman MEB'in bizi unutmasını, umursamamasını, gayri meşru evlat olarak görmesini düşünmedik. Biz bunları kendimiz gibi olan arkadaşlarımızdan aldığımız güçle yaptık, biz bunları çocuklarımızın geleceğine duyduğumuz umut sayesinde yaptık, biz bunları açık yürekliliğimizle, samimiyetimizle yaptık.

Şimdi birileri diyor ki, kapatacağız; siz bizi hiç açmadınız ki, bizim var olduğumuzu hiç görmediniz ki, şimdi de kapatmanızı umursayalım. Biz elbet bir iş buluruz, rızkı veren Allah'tır. Peki bu çocuklar, kendi günahlarınıza kurban etmek istediğiniz bu nesil, bir dersi anlamadığında nereye başvuracaklar? Zengin özel dersle işini yürütürken orta düzeyli vatandaş çocuğunu nasıl bir adım öne taşıyacak?

Evet bugün 24 Kasım, Kızılay'da meslektaşlarım biber gazı ile kutladı bu günü, istanbul'da aile babası meslektaşım ay sonunu nasıl getireceğini düşünerek kutladı, yazılı okuyan meslektaşım, düşük not verdiğinde müdüründen veya velisinden gelecek tepkiyi düşünerek kutladı bu günü.

Bugün 24 Kasım, herşeye rağmen dünyanın en güzel mesleğine sahip olmakla gurur duyduğumuz bir gün, tüm meslektaşlarımın öğretmenler günü kutlu olsun.

21 Kasım 2013 Perşembe

Dershaneler hakkında görmemezlikten geldiğiniz bir iki gerçek.



Son zamanlarda dershanelerle ilgili verilmek istenen siyasi kararlar herkes tarafından biliniyor. Baştakilerin ne düşündüğü ne yaptığı çok da umurumda değil açıkçası; tarih gösteriyor ki Türkiye'de baştaki insan çoğu zaman halkın ne istediği ile çok da ilgilenmiyor, nasıl işine gelirse onu yapıyor. Benim asıl garipsediğim çevremdeki bazı insanların, hatta beraber okuduğum bazı arkadaşlarımın dershane kapatmanın makul ve mantıklı birşey olduğuna gerçekten inanıyor olması.




Bir kaç başlık altında söylenen şeylerin ne kadar mantıksız olduğunu ve dershanenin neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışayım olur da at gözlüğünü çıkarıp gerçekleri görmek isteyen biri çıkar.




* "Halkın cebinden dershanelerin elini çekeceğiz" safsatasına bakalım; verilen beyanatların tamamında dershaneleri özel okula çevirelim, destek verelim deniyor. Belki bilmeyeniniz vardır Türkiye genelinde özel okul fiyatları 10.000 ile 60.000 lira arasında değişiyor. Hadi diyelim ki rekabet falan özel okul fiyatları ucuzladı 6.000 lira oldu, devlet 2.000 tl yardım yapacağım diyor, onu da yaptı. Geriye kaç tl kalıyor; 4.000 tl. Yani diyorlarki siz 2.000 tl dershaneye vereceğinize biz onları okula dönüştürelim okula 4.000 tl verin. Bunu derken de halkın cebini düşündüğümüz için bunu yapıyoruz diyorlar varın siz düşünün gerisini.




* " Siz fen ve anadolu liselerindeki öğrencileri alıyorsunuz ve ona olsa olsa test tekniklerini öğretiyorsunuz. Eğitimini devlet okullarında almış sen ona biraz bir eğitim veriyorsun ve sonra bir okulu kazandığında hemen sırtına tişörtü giydiriyorsun" Bu söz başbakana ait. İşini çok iyi yapan, vicdanlı, öğrencisini evladından ayırt etmeyen okul öğretmeni çok fazla, onları tenzih ederek konuşuyorum. Bi gün gidin bi okula, bulunduğunuz ilin en iyi okuluna gidin, ve o okulun okul 1.sini bulun. Çekin bir kenara ve sorun; "sen bu notlarının ne kadarını okul öğretmeninin öğrettikleri ile alıyorsun" veya şunu sorun "öğretmenlerinden kaçının ders anlatmasından memnunsun, bişey anlıyorsun" çocuğunuz varsa lisede okuldaki öğretmenlerini sorun; kaçı derse vaktinde giriyor, kaçı derste ders işliyor, kaçı sınıfta disiplin sağlayabiliyor, sorun ve cevaplara kendiniz ulaşın.




* "Dershane olmasa da sıralama sınavı bu sıralama değişmez yine herkes istediği yere girer fakat daha az netle girer" kusura bakmayın ama o iş öyle değil. Bulunduğum şehirde gelir düzeyi 5.000TL üzerinde olan aileler çocuklarına zayıf oldukları dersten özel ders aldırıyorlar, diğer öğrenciler ise dershane ve okul imkanları ile bunu kapatıyor. Dershaneyi kapatırsanız özel ders alan bu öğrenciler bariz olarak öne geçecek. Yine çok değil Türkiye genelinde gelir düzeyi 5.000 TL üzerinde 20.000 aile varsa bunun anlamı; önümüzdeki yıllarda hiçbir çoban çocuğu doktor olamayacak, asgari ücretli hiçbir ailenin çocuğu iyi bir mühendisliği kazanamayacak, üst düzey üretim yapmayan hiçbir çiftçi çocuğu eczacı olamayacak.




* Tıp öğrencilerinin tamamına yakını TUS'u kazanmak için TUS dershanelerine gidiyor, onları kapatıp tıp fakültesine, resim, fotoğrafçılık, heykel, gitar, piyano, tiyatro, dans kurslarını güzel sanatlar lisesine, bilgisayar, biçki, dikiş, nakış, yemek yapma, ehliyet kurslarını meslek lisesine, dil kurslarını yabancı dil meslek yüksek okuluna, tekvando, karate, futbol okullarını beden eğitimi meslek yüksek okuluna çevirelim. Elimiz değmişken ülkeyi düzlüğe çıkarırız bu sayede. Bu sayede eğitim seviyemiz birden yükselir. Bu sayede Türkiye ortalaması 40 soruda 7 neti bile bulmayan matematiği birden anlamaya başlar öğrenciler, Türkiye ortalaması 40 soruda 4 neti bile bulmayan fen dersleri hemen anlaşılır. Kapatalım ki tüm dershaneleri kendi dilimiz olan Türkçe'den Türkiye ortalamasının 40 soruda 18 olduğu gerçeği birden değişsin.




Kısacası dershane eğitim sisteminde olan yanlışlığın, eksikliğin, boşluğun bir sonucudur, sebebi değil. Siz sonucu ortadan kaldırarak yanlışı düzeltmeye çalışıyorsunuz. Sisteminizi düzeltin, okullarınıza ve öğretmenlerinize daha fazla ödenek verin, öğretmenin çalışmasını sağlayacak tedbirler alın, çalışan öğretmen ile çalışmayan öğretmeni farklı kategoride tutun farklı ücretler verin, öğrenci merkezli program deyip öğretmeninizi öğrenciye ve veliye ezdirmeyin sorun zaten düzelir. Fazla değil sadece bu sorunlara bile çare bulsanız dershanelerin %70'i zaten öğrenci bulamadığı için kapanır.

2 Kasım 2013 Cumartesi

Biz Türkler ve Çalışma(ma)k


Selam Millet

Blogdaki ikinci yazıma geldi sıra, yani asıl konulara, anlatmak istediğim noktalara başlamanın zamanı geldi.

İlk yazıda bahsetmiştim bir öğretmenim ve dertlerim var, sorunlarım, takıntılarım var burada bunları paylaşacağım, belki okuyan, ibret alan bir iki kişi olur veya yanlışsam yanlışımı düzelten bir iki kişi olur da dünyada "bir kelebeğin kanat çırpışı" kadar dahi olsa bir etki oluşturabiliriz.

Öğretmen olarak öğrencilerimi değerlendirdiğimde küçüğünden büyüğüne en genel sorunumuz çalışmak. Evet ne yazık ki Türk öğrenci kültüründe çalışmak diye bir kelimenin varlığından pek de haberdar değiliz. Hayatımızda çalışmayı bir yük, bir zorluk olarak görüyoruz. İstisnalar tabiki vardır ancak öğrencilerin %95'inin amacı az çalışıp, çok başarı, yüksek not, iyi üniversite, güzel bir kız-erkek arkadaş ve tabiki çok para kazanabilmek. Gelin görün ki iş hiç bilindiği gibi değil.

Önce koltuğunuza oturun ve sizce en başarılı insan kim, bir düşünün, alanı fark etmez, futbol, siyaset, din, sanat, bilim. Kimin yerinde olmak isterdiniz diye de düşünebilirsiniz, kim olmak isterdiniz yani. Küçük yaştan veri tutkuyla bağlı olduğu futboldan deli dehşet paralar kazanan bir José Mourinho olmak ister misiniz örneğin? Kim istemez o parayı kazanmayı değil mi? Peki bu adam haftada kaç antrenmana çıkıyor hiç düşündünüz mü? Günün kaç saatini bir avm'de gezerek harcayabiliyor? Bakın bu kariyeri elde etmek için feda ettiği şeyleri, gençlik yıllarını, futbolcu iken başarısız olup yılmadan çalışıp futbol kariyerine teknik adam olarak devam etme çabasından bahsetmiyorum bile. Peki sizin hayalinizde nasıl bir Mourinho var, çok düşünmeye gerek yok siz öyle her gün çalışan bir Mourinho olmak istemiyorsunuz, siz o parayı almak fakat koltuğunuzda oturmak istiyorsunuz.

Evet aranızda bazılarınızın şunu dediğini duyuyorum; "hocam bize o parayı verin biz de o kadar çalışırız". Bakın çok çalışırsanız o parayı kazanacak bir iş bulacağınızı garanti edemem, ama çalışmazsanız maksimum asgari ücretli bir işte çalışacaksınız bunu garanti edebilirim.

Burada işin ikinci kısmı devreye giriyor; herşey para mı? Tabiki değil, çok şey para ama her şey para değil. Gelecekte yapacağınız mesleği düşündüğümüz zaman para dışında size mutluluk sağlayacak şey manevi tatmindir. Peki şapkanızı önünüze koyup düşünün mesleğinde başarısız biri sahip olduğu meslekten manevi tatmin alabilir mi? Peki başarı için çalışmak şart mı? Çalışmadan başarılı olunmuyor mu yani o kadar mı imkansız; evet o kadar imkansız.

Gözümüzü açıp dünyadaki gerçekleri görelim artık; Newton başına elma düştüğü için bilim adamı olmadı, bilim adamı olduğu için düşen elmadan bir yasa çıkardı. Okuldan atılıp daha sonra bilim adamı, iş adamı, zengin olan insanlar internet kafede pes oynarken, forum çamlıkta alışveriş yaparken o başarıları elde etmediler, çalıştılar, çok çalıştılar.

Zor değil bakın, internet elinizin altında girin istediğiniz başarılı kişinin hayatını araştırın göreceksiniz ki tamamının ortak yanı çok çalışıyor olmaları, daha doğrusu çalışmayı bir sorun olarak görmüyor olmalarıdır. Eğer başarılı olmak, yaptığınız işten maddi manevi tatmin almak istiyorsanız o iş üzerine çalışmak, kendinizi geliştirmek zorundasınız. Eğer öğrenciyseniz öğrenci olma işinizi en mükemmel yapmaya çalışacaksınız, mimarsanız mimarlığınızı, doktorsanız doktorluğunuzu en mükemmel şekilde yapmaya çalışacaksınız.

Çalışıp çalışmadığınız konusunda çok basit bir otokontrol mekanizması var; eğer çevrenizde sevdiğiniz insanlar arasında -1 kişi dahi olsa- çalışmanızdan memnun olmayan biri varsa yeterince çalışmıyorsunuzdur. Bu kişilerin sayısı ne kadar çoksa bu sizin o kadar az çalıştığınız, yetersiz çalıştığınız anlamına gelir. Düşünün bi, size çalış diyen, anneniz, babanız, öğretmeniniz, abiniz, her kimse psikolojik sorunları olan insanlar mı? Yani hayatlarındaki tek eğlence sizi bulup hadi çalış demek mi sizce? Nasıl hayal ediyorsunuz bizi Allah aşkına akşam eve geldiğimizde o gün kızdığımız çalışmasını beğenmediğimiz öğrencilerin listesini çıkarıp onlara bakıp, ohhh be ne de güzel yaptım dediğimizi mi? Arkadaşlar gerçekleri görün artık; sizi seven hiç kimse sırf kendi zevkinden dolayı size çalış demiyor, siz kendi kendinizi kandırdığınız için size çalış diyor. Eğer siz kendi kendinizi kandırmaz, yeterince çalışırsanız, çalışmanın hayatın bir parçası olması gerekliliğini kabullenirseniz göreceksiniz ki çevrenizdeki hiç kimse size çalış demeyecek.

Doğrudur; çalışmak her zaman başarı getirmeyebilir, şansta önemli bir faktördür, ama çalışmamak daima başarısızlığın garantörüdür.

11 Şubat 2013 Pazartesi

Yazma İhtiyacı Hissetmek

Selam Dünyalı

Sizde de olur mu bilmem; zaman zaman yazma ihtiyacı hissedersiniz. Bu, konuşmak, dertleşmek, anlatmak, dinlenmekle ilgili bir şey değildir. Elinize -yazınız güzelse bir kağıt kalem almak- bir klavye alıp, bir word sayfası açıp yazmak. O an konu önemsizdir önemli olan yazma isteğini gidermektir.

İşte böyle anlar bana sıkça olur, bu blog sayfası böyle bir isteğin sonucu açılmıştır. Umarım zaman içinde yazdıklarımla sizi sıkmam. Blogumun adını uzunca düşündüm. Aslında sanal sosyal hayatta kendimi hep anlamaya çalışan kişi olarak tanımlamışımdır. Böyle bir blog ismi düşünmüş olsamda bu blogun mantığına tamamen ters bir düşünce olurdu. Çünkü yazı bir şeyler anlamak için değil daha çok bir şeyler anlatmak için yazılır.

Bilen tanıyan vardır bir öğretmenim ve iç dünyamda öğrettiğim konuları çok iyi anlayan öğrenci değildir benim için değerli olan. Yani o da değerlidir tabiki ama ondan daha değerlisi; bulunduğu toplumun ve dünyanın yanlışlarını herhangi bir siyasi görüşe bağlı kalmaksızın algılayan, bu yanlışlara elinden geldiğince göz yummayan, ufku, hayal dünyası, bakış açısı geniş öğrencidir.

Guliver'in Gezileri'ni okumuşsunuzdur, okumadıysanızda nasıl bir kitap olduğu hakkındaki bilgiyi; wiki'den öğrenebilirsiniz. Yani amacım Türkiye birincisinin değil bir Guliver'in öğretmeni olmak olduğu için bu isim hoş geldi.

Sanırım ilk yazı için bu kadar gevezelik yeter, daha uzun, çoook uzun yazılar gelecek.