11 Mart 2014 Salı

Denizli'den Berkin Elvan Protestolarına Bakış

Fikriniz, siyasi görüşünüz, yetiştiğiniz çevre nasıldır bilmiyorum ama bu yazıyı okursanız olayları biraz daha net göreceğinize eminim. Denizli'de yaşayan pek çok kişiye farklı gelmeyecektir yazdıklarım ama Denizli dışındakiler için olayın biraz daha net olarak görülmesini sağlayacaktır.

Öncelikle Denizli ve Denizli halkından biraz bahsedelim. Aslında çok fazla cümle sarf etmeye gerek yok; Denizli stadında 2000 yılından beri tel örgü yok demem işi özetliyor. Yani 14 yıldır bu şehirde oynanan maçlar tel örgüsüz oynanıyor, bu 14 yılda yurt dışı maçları oldu, Denizli'nin 1.ligden düşmesi gerçekleşti, hakkının yendiği, penaltısının verilmediği maçlar oldu ancak ne sahaya bir şey atıldı ne de sahaya biri indi.

Denizli'de bulunduğum 13 yıl boyunca hiçbir olayda, hiçbir protestoda, hiçbir eylemde, hiçbir maçta polis şiddet kullanmak zorunda kalmadı, Denizli Halkı buna izin vermedi. Yani Denizli anlayışlı, hoşgörülü, birbirinin yaşama hürriyetine saygılı insanların çoğunlukta olduğu bir şehir. Denizli insanlarının çoğu ne kadar kızarsa kızsın karşıdakinin yaşama hakkına el uzatmıyor.

En son tüm Türkiye'de gerçekleşen Gezi Protestolarında binlerce insan sokaktaydı, eylem yapıldı, yüründü, bir kişi ufak bir taşkınlık yaptı ama hemen halk ve polisin hoşgörülü tavrıyla olay yatıştı, akşam saatlerinden gece yarısına kadar süren eylemde ne halk, ne dükkanlar zarar görmedi. Ne su kullanıldı, ne toma, ne panzer, ne çevik kuvvet. Haftalarca Denizli'nin merkezinde eylemler devam etti, en merkezi yerde gece sabaha kadar eylemler yapıldı ama bu eylemlerde ne bir kamu malı zarar gördü ne de bir insan.

Bugün aynı Denizli halkı, ama çok daha küçük bir grup yani, kamera kayıtlarına bakarak 5 dakkada sayabileceğiniz kadar az bir grup Berkin Elvan'ın vefatını protesto için aynı meydanda toplandı. Aynı halk, aynı polis toplandı ama bugün hoşgörü yoktu, polis acımasızca tazyikli su ve biber gazı kullandı. Ben çalıştığım Dershanede soru çözümünde idim ve dershane ana caddeye 120 metre uzaklıkta. Havada hafif bir yağmur var ve nasıl, ne ölçüde biber gazı sıkıldıysa Dershanede bizim gözlerimiz yandı, kapıları pencereleri kapatmak zorunda kaldık. Toma'lar yine yakın mesafeden gençlere su sıktı, gençlerin ayakları yerden kesildi, umarım ciddi bir yaralanma olmamıştır.

Peki halk aynı halk polis aynı polis olaylar ve sonuçlar neden bu kadar farklı, cevabı tüm Denizli biliyor; Emniyet Müdürü. Gezi olaylarında dönemin emiyet müdürü Zeki Bulut kesinlikle hiçbir müdahale olmamasına yönelik talimat vermişti ve ne müdahale ne de olay oldu. Ancak daha önce başbakan'ın koruma müdürü olan Sayın Bulut çok çalışkan ve dürüst biri olmalı ki önce koruma müdürlüğünden Denizli Emniyet Müdürlüğüne alındı, sonra da tüm Denizli'nin sevmesine rağmen buradan merkeze alındı. Malum burası Türkiye çalışanı pek sevmezler.

Hani olaylardan protestocuları sorumlu tutan, polise küfrettiler, dükkanlara saldırdılar felan diyenler var ya onlara sesleniyorum, sizin oralarda işler nasıl bilmem ama Denizli'de hiçbir sebep yokken polis şiddet kullandı ve bunun tek sorumlusu Emniyet Müdürü'dür. Olayı idare edememiş, gereksiz şiddet kullanmış, onlarca kişinin canını gereksiz yere yakmıştır. Sırf birilerine iyi görünebilmek için hem polisini, hem halkını ezmiştir. Görevi halkı korumakken elindeki gücü halka karşı kullanmıştır.

Emniyet müdürünün kraldan çok kralcı olması bugün Denizli halkına ve şehrin hoşgörülü yapısına yakışmayan olayların gerçekleşmesine sebep olmuştur, haftalarca süren gezi protestosunda bir çöp dahi ortada bırakmayan protestocular bugün çöp kutularını ve kaldırımları sökmüş, dükkanlara zarar vermiş, durakların camlarını kırmışlardır. Sadece; "halka karışmayın, peşinden yürüyün veya yürüyüş alanlarında tedbir alın" talimatıyla olaysız geçebilecek bir gece sırf Emniyet Müdürü'nün birilerine yaranmak ve egolarını tatmin etmek istemesi nedeniyle olaylı bir geceye dönüşmüştür.

Yalnız burada polise yüklenen, küfreden, katil diyenlerede karşıyım orada durun, yavaş! O polis sizin canınızı savunuyor, size yarın bir saldırı olsa ve bir protestoda siz o polise taş atmış olsanız dahi o polis hayatı pahasına sizi koruyacak olan kişidir. O polis gezi protestolarında önüne bira şişesi atan taşkınlık yapan gence ses çıkarmayan kişidir, suçlu o değil, emri verendir. Tabiki polislerin içinde kötü insanlar vardır, protestocuların içinde de kötü insanlar vardır her yerde kötü insanlar vardır yani 3-5 kötü insanın yaptığını koca bir camiaya mâl edemezsiniz!

Hiç kimse Ali İsmail Korkmaz'ı döven polisleri haklı gösteremez. İster eylemci olsun, değil ama isterse terör örgütü yanlısı olsun bir "insan" o kadar dövülmez, bunun haklı bir yanı yok. Hiç kimse 15 yaşındaki bir çocuğun ölümünüde haklı gösteremez, sebebi ne olursa olsun, o çocuk ekmek almaya değil polise taş atmaya çıkmış bile olsa bu onun öldürülmesini masum kılmaz! Ama bunu yapan 3-5 kişiye bakıp bir camiayı töhmet altında bırakamazsınız. Bunu yapan "insan" bile diyemeyeceğimiz kişilere bakıp gecesini gündüzüne katan, hayatı elinde gezen, bu ülke için can veren, 3 kuruş para için gece gündüz demeden hizmet eden, en ufak bir olayda izni ve tatili iptal edilen, oradan oraya tayin edilen, sürülen, memleketine gidemeyen binlerce insana kötü davranamaz, onları yaftalayamazsınız.

Beğenin veya beğenmeyin, sorun halk'ta değil, halkı düşmanlığa sevk eden kötü yönetimde, bu bazen bir emniyet müdürü olur, bazen bir belediye başkanı bazense başbakan. Bize düşen ilk iş bu kötü yönetime kanıpta kutuplaşmamak, hoşgörüyü kaybetmemektir. Sırf fikri yüzünden bi insanın ölümüne "iyi ki" diyebiliyorsak oturup "insan"lığımızı bir daha gözden geçirmeliyiz; orada ölen sizin kardeşiniz de olabilirdi! Sırf başka geçim kaynağı olmadığı için, müdürünün emri ile insanlara şiddet kullanan birine "katil" diyebiliyorsak yine oturup "insan"lığımızı gözden geçirmemiz gerekmektedir. Orada çalışan, izin gününde çocuğunu parkta gezdirirken izni iptal edilip çağrılan sizde olabilirdiniz!

Bu şehir, bu ülke böyle değildi, insanları aynı insanlardı, polisi aynı polisti ama hoşgörülüydük, saygılıydık, birbirimize yaftalar, ünvanlar bulmazdık, "yaradılanı, yaradandan ötürü" sever, "ne olursa olsun"gelsin derdik. Ne oldu da birden unuttuk Yunus'ları, Mevlana'ları. Oturup önce kendimizi değiştirelim, önce kendimiz hoşgörülü olmayı öğrenelim, biz hoşgörümüzü kaybetmezsek, bize kimse bişey yapamaz.

23 Şubat 2014 Pazar

Sınava 1 Ay Kala

YGS sınavına bir aydan daha az bir süre kaldı, tabiki tüm öğrencilerde stres tavan yapmış durumda. Sınıflarımda da söyledim; öncelikle unutmayın ki stres olmanız, heyecanlanmanız, bazı sınavlarda netlerinizin düşmesi, gece rüyanızda sıfır çekmeniz gayet normal. Bunlar başınıza geliyorsa bu sizin insan olduğunuzu gösteriyor hiç endişelenmeyin :)

Bununla beraber son 1 ay YGS tarzı bir sınav için çok önemlidir, bilgi olarak belki çok bir şey katamaz size ama kalan 1 ayki çalışmanız YGS netlerinize çok etki edecektir. Yoruldunuz, sıkıldınız, havalar ısınmaya başladı ve bu havalarda ders çalışmak çok zor, bunların hepsini biliyorum ama ne yazıkki değil 1 ay 1 haftalık tembellik bile çok şey kaybettirebilir size.

Büyük bir maça çıkacak takımı düşünün son ayını, son haftasını nasıl geçiriyor; daha fazla daha yorucu ve daha sıkı antrenmanlar yaparak. Sizin de yapmanız gereken şey bu, bu ayı şimdiye kadar çalıştığınız zamanlara göre daha yoğun çalışarak geçirmeniz gerekiyor. Eğer çok eksiğiniz yoksa her gün her dersten 2 veya 3'er test çözmeye çalışın, bunlara ek olarak her gün 1 tam deneme veya 1 Türkçe, 1 sosyal, 1 matematik, 1 fen denemesi yapın.

Bu ay ne kadar yoğun çalışırsanız hem düşünmeye o kadar az vaktiniz kalacak ve bu nedenle daha az stres yapacaksınız hem de netleriniz o ölçüde artacak. Bakın çalışmayan, çalışmayı düşünmeyenler için söylüyorum sınavdan çıkınca sizden daha az zeki sandığınız kişilerin sizden daha yüksek aldığını göreceksiniz çünkü onlar çalıştılar!

O zaman şundan eminiz kalan şu günlerde hemen hemen son 1-2 güne kadar daha yüksek tempo ile çalışıyoruz, bu bize hem bilgi olarak hem konsantrasyon olarak hazır olmamızı sağlıyor. Bunun dışında unutmuyoruz eğer YGS'den alan FTR gibi, hemşirelik gibi bölümleri terich etmeyeceksek YGS puanı bizim için hiçbir şey ifade etmiyor. Evet doğru duydunuz YGS puanının hiçbir önemi yok, YGS puanının %40'ı felan alınıp LYS'ye EKLENMİYOR! YGS'de yaptığınız netler alınıp, bunlara LYS netleride eklenip, bir de bunların üzerine orta öğretim puanınız eklenip bir yerleştirme puanı oluşturuluyor.

Örnek verecek olursam eğer MF1'den tercih yapacaksanız puanınız yaklaşık olarak şöyle hesaplanıyor;

YGS Türkçe netiniz x 1,122
YGS Matematik netiniz x 1,632
YGS Sosyal netiniz x 0,51
YGS Fen netiniz x 0,816
LYS Mat netiniz x 2,653
LYS Geo netiniz x 1,326
LYS Fizik netiniz x 1,02
LYS Kimya netiniz x 0,612
LYS Biyoloji netiniz x 0,51

Bunların tamamı taplanıp üzerine yaklaşık 100 puan taban puan eklenip bir de orta öğretim puanı eklenip yerleştirme puanınız oluşturuluyor. Tabiki katsayılar ve taban puan her yıl değişiyor.

Peki ne demek bu, şu demek, YGS puanı sadece şu anda nerede olduğunu gösteriyor, yani pit stop yaptık ve sonuç değerlendiriyoruz, daha yarışın bitmesine çok var. YGS'den sonra asıl LYS netleriniz sizin puanınızı belirleyecek. Bu nedenle YGS'ye iyi çalışıyoruz, girip sakince güzel şeyler yapıp çıkıyoruz ama puan açıklandığında çok umursamıyor LYS çalışmaya tam gaz devam ediyoruz.

Uykunuz gelmediği zaman uykunuzun gelmesi için bile çabalıyorsunuz değil mi, süt içiyor veya düşüncelerinizi arıtmaya sakinleşmeye çalışıyorsunuz; uyumak için bile çalışmanız gerekiyor yani, sınavı çalışmadan kazanabilmeyi nasıl umuyorsunuz ki :)